13 Mart 2007 Salı

A Tribute to J&J: Geğiri Light 0001

Evet sevgili sinemaseverler, sinefiller ve sinegeyikler... Yepyenisyeni bir sinema eleştiri başlığında tekrar birlikteyiz. Bu hafta sizlere izlemeye vakıf olamadığımız, daha çok sıkıntıdan geberip Ölü Ozanlar Derneği çatısı altında intihar kulübü kurma çabasına dahi girişebilecek duruma geldiğimiz birkaç filmi tanıtacağım. "Ulan madem izlemeyi beceremedin, nasıl tanıtacaksın?" diyorsunuz, ama olsun. İyi de ben yapıcı eleştiri yapmayacam ki, sıçıp sıvayacam filmleri. Ekük...

Night at the Museum (2006)(Türkçesi; Ben Stiller'i müze bekçisi yap, üstüne biraz görüntü efekti serp, araya Robin Williams'ı sıkıştır, al sana komedi filmi)
Hadi eğlenceli, maceralı ve popüler bir film izleyelim de herkes sevinsin mantığıyla izlemeye koyulduk. Ama resmen dötümüze koyuldu anasını satayım. İlk yarım saatimizi "bir espri olsa da gülsek lan artık" gibi gerilimli bir biçimde geçirdik. Hepimiz ekrana kilitlenmiştik. "Hani bir espri olur da kaçırırız, ha şimdi olacak, ha oldu galiba, birazdan olur herhalde" tadında kilitlendik. Baktık ki 45 dk.da espri koymayı unutmuşlar; kızdık. Bir Gülüver tribine girmedikleri kalmıştı onu da yaptılar sağolsunlar. Yeni nesle hatırlattılar, bravo. Ondan sonra da at üstünde Robin Williams'ı görünce hepimiz sinirli sinirli birbirimize baktık ve filmi kapattık hemen. Hatta kapatırken bir baktık ki, filmin bitmesine yalnızca 60 dakika kalmış. Ekük...

İkinci denememiz bir James Bond filmi olan Casino Royale idi. Ya dedik, James Bond işte, atlar zıplar, vurur, karı-kız falan görürüz en kötü ihtimalle... Yarım saat içinde yalnızca James Bond'un valideyi görünce bayağı bir hayal kırıklığına uğradık doğrusu. Ama onun öncesinde, Bond abi Afrika'nın gelişimini engellemek amacıyla (sanırım) koskoca inşaat şantiyesinin kırıp dökmedik yerini bırakmayınca üzüldük biz Afrikalılara. Ama asıl bomba, Afrikalı kardeşin peşinden koşarkenki vinç sahnesinde yaşandı. Siyahi arkadaş bir vinçten, 10 metre aşağıdaki diğer vince atladı. Bond abi de aynısını yapam dedi ama vinci ucundan yakalayabildi. Bu arada da bizim bassnjazz "Abi herif koca vinci tutturamadı a.k. ya!" deyince filme 10 dakika yarılma molası vermek zorunda kaldık. Devamında ise Bond'a biri cipinin anahtarını verdi, Bond da kızıp cipi bariyere gömdü. "Yeterli." dedik ve diğer filmimize geçtik hemen.

bassnjazz ilk başta demişti; "abi koy şu Happy Feet (2006) isimli animasyonu, eğlencelidir en azından ya" diye. İyi ki başta dinlememişiz. Ama sonradan dinleyince de aynı sonuca vardık. "Oğlum kesin eğlenicez var ya" diye pür dikkat izlemeye başladık. Meksikalı penguenleri görünceye dek :/ şeklinde izledik, o ara :I olduk biraz. Sonra yine :/ kıvamında izlemeye devam ettik. Her 10 dakikada bir şarkı söylenme zorunluluğu bizi filmden tiskindirdi. Çocuklar sinemada ne hale gelmiştir Allah bilir... Ayrıca hadi şarkıları Türkçeye çevirdin anlaşılır hale getirdin de, bizim Türkiye'de 6-7 yaşındaki çocuk ne anlar Tap Dance olayından? Ama Amarikan çocukları bırak Tap Dance'i, Lap Dance'i bile bilir a.k.... Ekük. Bu arada Robin Williams'ın sesini duyunca biz yine bir irkildik böyle. Dedik; "aman ya, olmaz olsun böyle animasyon ya!" Durdurduk filmi, bir baktık ki daha 70 dakikası var. Zararın neresinden dönsek kârdır dedik ve anında kapattık bu güzelim görsel ve çizimsel animasyon harikasını...

Sözün özü, ya biz filmden anlamıyoz, ya da Holivut bizden... :D Ama olsun, ben sinefil olmak istemiyorum ki zaten, sinegeyik'lik daha zevkli a.k.