29 Ağustos 2007 Çarşamba

Bugün Git, Yarın Gel...

Bu gece sevgili Metro Turizm'in Ankara'dan kalkıp Özdere'ye giden otobüsüne biniyorum ve yarın sabah yazlığın önünde Tansaş'ta iniyorum. Çok güzel lan... :D
Hatta mayo ile bineyim, yazlığa girmeden önce bir denize gireyim. Neyse, umarım sağ salim gider gelirim...
Tekrar görüşmek üzere, hoşça kalın sevgili tanışmadığım, beni tanımayan Ankaralılar...

21 Ağustos 2007 Salı

Çiftleşme Dönemi ve Doğum Kontrolünün Önemi...

"Bir daha asla" dedi gözü yaşlı kadın. "Seninle bir daha asla sevişemem" dedi...
"Ulan bir posta daha atsaydık en azından be!" dedi, götü terli adam.
"Yine içime boşalıp gebeliği garanti altına mı alalım yani?" dedi ebe-hemşire.
"Ne bileyim ben ya, gebeliği önleyici hap alıyorsundur sanmıştım" dedi götü boklu herif! (çok sinirlendim lan adam bu lafı söyleyince :P )
"Sayende 'ebe-hemşirelik'ten 'gebe-hemşireliğe ' geçtim a.k." dedi kaltak (hayır hatun cidden kaltak, ben biliyorum, esprileri de kötü a.k. :P )
"Ya kürtaj olursun işte birkaç ay sonra, n'olcak?"
"İstersen 5 posta daha atalım, hepsini birden alırlar"
"Peki sen hepsini birden alabilecek misin?"
"Hayvansın müstakbel baba!" dedi ve adamın dudaklarına yapıştı. 4 posta daha attılar...

Hikayemiz böyle mutlu noktalandı. Beşizleri olan hatun bir kreş açtı, kendi çocuklarının kreş parasını da beleşe getirdi. Adamımız ise tüm birikimini kendi açtığı sperm bankasına yatırdı. Gecelik faizi %3'tü. Adamın kendi spermleri bile kendi kendilerine çoğalmayı öğrenmişlerdi. Hatta birgün, spermlerden ikisini, geceleyin bankanın mutfak dolabındaki yumurtalara saldırırken yakalamıştı. Allah'tan, kabuğu oksijen kaynağı ile açmalarından önce durdurmayı başarmıştı.

Kıssadan hisse, kadınlar gebeliği önleyici hap kullanmalı; erkekler ise aletlerine PVC kaplatmalı.


Not: Ne biçim iğrenç bi geyik oldu la bu? Ekük

14 Ağustos 2007 Salı

Türk Titanik Geyiği

Boynundaki nazar boncuklu kolyeyi usulca denize bıraktı yaşlı kadın, gözlerindeki yaşlara hakim olmaya çalışıp dudağını ısırdı. “Ahh! Acıdı lan!” diye geçirdi içinden. Sonra dönüp bastonuyla patikadaki yaprakları kenara ite kaka evine girdi.

Tavan arasındaki, eski eşyaların olduğu odaya girmek için merdiveni uzattı. Dikkatli bir şekilde merdivenden aşağıya indi, kendi kendine “Ulan benim ne işim vardı ki çatıda, düşecektim anasını satayım. Aha kiremiti kırdım!” dedi.

Eski eşya kokusu ve üzerlerindeki tozlar, pencereden gelen ışığın altında bir hayal alemi gibi görünüyor… ve öyle kokuyordu işte. Eski bir sandığa yöneldi, sandığı açar açmaz, üstündeki tozlar havaya yükseldi (teyzenin üstündeki değil, sandığın üstündeki tozlar lan. Ehehuhe). Tozlar, yaşlı kadının aksırıp tıksırmasına yol açtı. Ağzına birkaç parça balgam geldi, bu sırada. Ama yaşlı kadın, gözyaşlarına ve balgamlarına hakim olmasını bilen birisiydi. Yuttu balgamı bu.

Yaşlı kadının ismi Vajine idi. Babası (ki bu konuya sonra geleceğiz) sapık bir kişilik olduğu için, çocuğun ismini erkek olması halinde Vajin, kız olması halinde Vajine koymayı uygun görmüştü.

Vajine teyze sandıktan eski bir fotoğrafı çıkarıp şöyle bir baktı. “Yok ya, bu Atatürk.” dedi, diğerini çıkardı. Fotoğraf, babası Tarâk Efendi’nin son yolculuğunda annesi Bahriye Hanım ile çekildiği ilk ve son fotoğraftı.

Tarâk Efendi, İstanbul Şehir Hatları vapurlarında tarak ve kalem satıp geçimini sağlarken, bir anda işleri büyütüp Southampton - New York City arasında sefer yapan Titanic isimli transatlantikte çalışmaya karar vermişti. Kendisine satış temsilcisi, satış danışmanı, müşteri temsilcisi gibi isimler uydurmuştu. Modern pazarlamanın temel taşlarından birisiydi Tarâk Efendi.

Ayrıca çok da yaratıcı bir kişilikti. Şehir Hatları vapurlarında çalışırken keşfettiği kömür ateşinde köfte lezzetini Titanic’te de başarıyla uyguladı. Kazan dairesinde yaptığı hamburgerler kapış kapış gidiyordu. Potansiyeli fark eden dönemin Burger kralı (İngilizcesi Burger King) cüzi bir ücret karşılığı know-how (“biliyom nasıl”, yapıldığını) haklarını satın aldı. İsim olarak ne kullanmak gerektiğini Tarâk Efendi’ye sorduğunda şu yanıtı aldı: “Vallahi biz buna İstanbul’da Vapur köfte deriz yiğidim.” Burger King de ismi İngilizceleştirerek köfteyi “Whopper Burger” olarak lanse etmeye karar verdi.

Tarâk Efendi 25’ine gelmişti, Titanic’te dolaşırken, hayatının aşkıyla karşılaştı. 40 yaş görünümlü, kızıl kıvırcık saçlı, balık eti Bahriye Hanım ile tanıştı ve hemen kaynaştılar.

Geminin burnunda Tarâk Efendi arkadan değdirme çabalarına girişti, başarılı olamadı. Balo salonunda vals yapmak isteyen Bahriye’yi kolundan kavrayıp aşağıda Türklerin bulunduğu düğün salonuna götürdü. Önce Zeybek oynayıp Bahriye’nin gönlünü çaldı, daha sonra birlikte halay çektiler, tey teeyyy! Tarâk Efendi halay başı olduğu için tüm kızlar hayranlık içinde onu izlemekteydi, ancak onun gözü yalnızca Bahriye’nin memelerindeydi. Halay sırasında Meksika dalgası yapan memelerinde… Karadenizlilerin tulumu çıkınca bir de horon teptiler, titreşim modunda titreyen memeler Tarâk Efendi’nin iyice aklını başından almıştı. “Ulan ben bu kızı nasıl çıplak görürüm acaba?” diye düşündü ve buldu; kıza ressam olduğunu söyleyecekti ve o şekilde soyacaktı.

Resmini çizmek için kızın odasına gittiler. Kız “Mona Lisa gibi mi gülümseyeyim, yoksa Çığlık tablosundaki gibi mi yapayım?” derken, bizimki “Sanat için soyunur musun Bahriye?” diye sordu, kızın cevabı “Evet, çünkü ben sanatı çok seviyorum.” oldu. Tarâk Efendi de soyundu, tarihteki ilk porno resmi yapmak adına, o zaman şimdiki gibi filmler mi vardı? Bir kıza, bir kendine bakıp resmi bitirdi.

Resmi ve ilişkilerinin sanatsal yönünü kutlamak amacıyla gidip bir faytonda seviştiler. Tam sahne göreceğiz diye düşünürken, faytonun camları buğulandı lan.

Tarâk Efendi, kıza nazar boncuklu bir kolye hediye etti. Bahriye, kolyede pırlanta aradı ama bulamadı, boncuğa hayran hayran bakıyormuş gibi yaptı, sevgilisi üzülmesin diye. “Aşkııım, nerede buldun bu boncuğu, çok güzelmiş.” dedi. “Bokumda buldum o boncuğu güzelim.” dedi. Kızın gözleri doldu, sarıldılar…

Gece Tarâk Efendi ile birlikte uyurlarken Bahriye bir sarsıntıyla uyandı. Bizimkini uyandırdı;
“Hayatım aşağıdan sesler geliyor”
“Faredir, fare…”
“Aşkım, çok büyük bir sarsıntıydı ama.”
“Gemi, hava boşluğuna girmiştir bir tanem.”
“Kaldır şu koca götünü de bir bak, hayvan herif!”
“Tamam be tamam, dır dır dır, ömrümü yedin be kadın!”

Tarâk Efendi kamaradan çıkar çıkmaz ne görsün, koridordan nehir geçiyor. Yatağa girip tekrar uykusuna dönmek üzereyken. Bahriye;
“Neymiş aşkım?”
“Önemli bir şey değil, koridora nehir koymuşlar.”
“İnsanlar neden bağrışıyor peki?”
“Su biraz soğuk geldi herhalde.”
“Hayatım, ‘gemi su alıyor’ diye bağırıyorlar ama.”
“Alsın tabi bir tanem, su lazım olur. Biz de alalım hatta, ver bakayım boş bir şişe.”
“Allah belanı versin Tarâk Efendi! Ben kaçıyorum.”
“O.k. ararım ben seni.”
“Çok ararsın sen beni hayvan.”

Bahriye de çığlık çığlığa koşturup birbirlerine çarpan güruha katıldı ve en az 3-5 kişiyi devirip güverteye çıktı. Korkuluklardan aşağıya eğilip baktığında arkasında bir değdirme hissetti. Döndü;
“Merhaba aşkım, ben geldim.”
“Bravo yani Tarâk Efendi, böyle bir durumda bile…”
“Ne durumu ya, ne oluyor ki?”
“Gemi batıyor Allah’ın sapığı!”
“Benim de t-shirtün etiketi batıyo enseme, ne olacak ki? Battı titanik yan gider, hakikaten yan gidiyoruz lan! Ananı…”

Birlikte el ele sağa sola koşuşturmaya başlarlar. Filikalar dolmak üzeredir. İnsanlar çıldırmış gibi filikalara hücum etmişler, çıldırmış bir şekilde sorular sormaktalardı; “New York’tan geçer mi?” “Limandan şehir içine servisiniz var mı?” “Klimalı filikanız yok muydu, veya fiyakalı klimanız?” vb. vb.

Önce kadınlar ve çocuklar lafını duyan Tarâk Efendi, filikadakilere “Bahriyem bu gece kadın oldu, içimdeki çocuk da hâlâ yaşıyor!” diye bağırsa da kimseyi inandıramadı. Biçare, suya atlayıp oturma grubunun tek kişilik koltuğuna tünediler. Bizimki baktı ki koltuk da batacak;
“Aşkım, tek kişilik bu, sen in istersen.”
“Ne kişiliksiz bir herifmişsin sen ya! Koltuğun bile bir kişiliği var!”
“Aşkım, şimdi ilişkimizi sorgulamanın zamanı değil. Gönül isterdi ki yatak odası takımı olsun ama elimizde bu var.”
“Bari elimi tut aşkım.”

Bunu duyan Tarâk Efendi elini uzattı ve Bahriye onu hızlıca çekip koltuktan denize döktü.

Tarâk Efendi’nin “Hayatım sen de gelsene bak su çok güzel.” “Bak burası boyu geçmiyor hem.” safsatalarına inanmayan Bahriye, koltuğunu en yakın kürtaj polikliniğine doğru sürmeye başladı. Ancak aradan 9 ay geçmesine rağmen kıyıya ulaşamamıştı. Koltukta doğurmak zorunda kaldı; koltuk altında köpekbalıkları volta atarken hem de.

Koltuğuyla New York limanına yanaşan Bahriye ve kızı Vajine’yi halk sevgi dolu gösterilerle karşılayıp bağırlarına bastı. Hemen A.B.D. vatandaşı yaptılar ikisini de. Bahriye’nin ismi Neyvi (Navy) oldu, Vajine’ye ise bir şey uyduramadılar, öyle kaldı…

Navy teyze, geçirdiği nezle sonucu hayatını kaybetti. Bir gün banyoda tıkalı burnunu “lavabo aç”la açmaya çalışıp başarısız oldu, sonrasında mutfağa gidip nane-limon yapmak için kibriti yaktı. Burnu tıkalı olduğu için mutfağa dolmuş olan kesif gaz kokusunu duymayan Navy teyze patlamada yaşamını yitirdi. Ancak burnu bile kanamadı, zira burnu tıkalıydı dedik ya…

Vajine teyze fotoğrafı sandığa geri koydu, sandığı kapattı. Babasının sandığın üzerine yazdığı şu sözler gülümsemesine neden oldu; “Emekli Sandığı”… Sandığın altına ise “Reçeteleri Yapılır” yazmıştı ama kimsenin aklına oraya bakmak gelmemişti.

Vajine teyze doğruldu, gözü köşedeki yosunlu ve altı köpekbalıklarınca kemirilmiş koltuğa takıldı. Gözleri doldu…

Merdivene yöneldi, basamakları tek tek çıktı. Sonra “”Ulan yine ne işim var benim çatıda ya?!” dedi, gözyaşlarına ve balgamlara boğuldu. Çatıdan, kaldırımda oynamakta olan çocukların kafalarına tükürmeye çalıştı, ikisini vurdu.

“Anneanne, zıçıcam ağzına be! Ne tükürüyon ya?!” dedi Tarâk Jr.

O, Vajine’nin en sevdiği torunuydu… Doktorculuk oyununda ondan iyisi yoktu, olamazdı… Büyüdüğünde Jinokolog oldu zaten.

Not: Bu geyiği birkaç ay önce DergiPlanet için yazmıştım ama yayımlandı mı yayımlanmadı mı bilmiyorum. Karşıma çıktı yazı, ekleyeyim dedim. İşte öyle...

12 Ağustos 2007 Pazar

Hafta Sonu mu, Dünyanın Sonu mu? A.k.

Şu anda bu yazıyı evimde, bira ve sigara eşliğinde yazmam gerekiyordu ancak olamadı. Nedenlerini kronolojik sıra ile şöyle sıralayayım, sırayla a.k.


  • Çalıştığım daireden bir arkadaşın ikizi (meme diil, tek yumurta) bizim yazlığın ordaki kampta tatildeydi ve cuma dönecekti. Bizimkilerin hazırladığı PC, Xbox, bornoz, çarşaf, perde vs. dolu kutuları onun getirmesi mantıklı göründü. Arkadaş ve ikizi de kabul etti.
  • Bizimkiler cuma günü kargoya vermek yerine, perşembe günü yazlığa gidip kolileri ikize teslim etti. Teslim anını müteakip 5 dakika sonra bizim arkadaş aradı ve kolilerden birinin fazla olduğunu arabada 4 kişi yolculuk edeceğini söyledi. Babamı aradım, kolilerden birini alalım dedim. O da aramış ikizi, ikiz de "Biz Selçuk'a kadar idare ederiz, oradan da kargo ile göndeririz eve teslim, karşı ödemeli." demiş. Biz de iyi dedik.
  • Cumartesi günü kargo geldi (40 YTL a.k.), önden karton geldi, arkasından da aşağıdan yukarı koliyi yuvarlaya yuvarlaya, ata zıplata gelen arkadaş... Tam evin girişine 2 basamak kala koli yine düştü falan... İçinden monitör, klavye, bornoz, bir küçük tencere ve tava ile iki tabak ve bir adet tül perde çıktı. (Neyimeyse benim tül perde a.k.)
  • Monitörü açtım, "SİNYAL KABLOSU TAKILI DEĞİL LAN" diye uyarı verdi. Ben de bilgisayar kasasını beklemeye karar verdim. Tek monitörle internete girilmiyormuş a.k. Bu arada perşembe günü de ADSL başvurusu yapmıştım. Hatta 15 mt. telefon kablosu alıp duvardaki jack'a (telefon prizi işte) da bağlayıp hazır hale getirmiştim.,
  • Çarşamba günüydü sanırım, çamaşır makinesi ve buzdolabı almıştım spotçudan. Adamlar faturayı getirmeyi/vermeyi unuttular. Ben de unuttum a.k. Neyse cumartesi sabahı onu almaya gittim İtfaiye Meydanına. Adam verdi faturayı, ben de tornavida ve kerpeten aldım oralardan. Telefon kablosunu da aldım sahi.
  • Pazar günü de çamaşır makinesi montajına geleceklerdi. Cumartesi günü faturaya bir baktım, REGAL yerine INDESIT yazıyor. Aradım adamı, "Sen oradan değiştir, ben buradan." dedi. İyi dedim. Geldi servis, bağladı makineyi. Bir baktı ki makineye giden musluk su kaçırıyor. "Bunun göbeğini değiştir abi" dedi. Adam gitti, ben de tesisatçıya gittim göbek aldım, adam da göbek attı pazar günü a.k. Eve geldim, şunu takayım da makineye atayım çamaşırları derken bir baktım İngiliz anahtarı lazım, çıkmıyor göbek. Neyse dedim, sonra bir baktım ki sular yine gitmiş zaten. Birkaç sokak aşağıda boru patlamış. Pazartesi gelecekmiş sular.
  • Bu arada şofbeni de çalıştıramadım, ya da çalışmadı. Soğuk duş etkisi yarattı bende a.k. Cumartesi günü soğuk da olsa duş aldım a.k.
  • Bizim arkadaş ve ikizini bekledim cumartesi akşamı ama gelmediler, dışarıda takılmışlar a.k.. Pazar günü öğlen geldiler. Neyse, sevinçle açtım koliyi, bir yandan da geyiklendik falan. Arkadaşın ikizi gitti, biz de film izleriz dedik. Bir baktım ki bizimkiler 7li prizi ve splitter'ı koymamışlar. Bir koşu gittim splitter ve priz aldım. Bu arada da Xbox-PC bağlantısı için kablo aldım, umarım çalışır (adam internetten tarifle yaptı kabloyu a.k.). Eve döndüm, tüm kabloları taktım, açtım PC'yi; ses var görüntü yok. Ekran kartını ve monitör kablolarını kontrol ettim, bir sorun yok. Monitörü kontrol ettim, arka yarısı yok. Arkada 15 cm. çatlak var. Arada gidip geliyor görüntü 3 saliseliğine, o arada mp3 listemi açmaya çalıştım ama en sonunda pes ettim. İzmir'den arkadaşı aradım, onun tarifi ile listemi arattırıp enter'a basabilmeye çalıştım ama beceremedik.
  • Bu arada baktım ADSL hattı da yoktu. Herhalde telefon kablolarını prize yanlış bağladım dedim. Değiştirdim yine sinyal yok. Dedim şu MNG Kargoyu bir arayayım. Telefonu direktöman hatta bağladım. 2 saat önce çalışan hat ve telefon çalışmıyordu.

Hay sokayım deyip evden koşarak uzaklaştım ve kendimi internet kafeye attım. Burada sigara da içilmiyor a.k.

Yazımı dün akşam bestelediğim bir şarkı ile noktalamak istiyorum a.k.:

Tempo: Hızlı tempo

YABAN ARIM

Bekarım coşarım, kızlara koşarım

Yakarım yıkarım, beynine sıkarım

Evden bıkarım, yolları aşarım

Gelir sana takarım, biricik kaşarım

Benim bir tanecik yaban arııım

Yalarım...

Bu arada su kesintisi çok boktan lan. Ayakkabılar biraz sıkıyor, ayaklarım su topladı. Onları patlatıp dişlerimi fırçalıyorum inanır mısınız? Ekük...

Canım sıkkın, sonra görüşürüz a.k. Eve gidip içmeye devam edem...

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Kaçan Daire

Sayın etkili,
Lan olm dün bi koşuşturmaca bi koşuşturmaca, görecektin ha. Önce kira kontratını yaptım. Bir memur kefil daha istedi ev sahibem. Sonra sağlık karnemi çıkarttım; hepsi Pekiyi a.k. Ondan sonra Ankara'nın meşhur İtfaiye Meydanından 2. el veya spot eşya bakayım dedim. 2 saat dolaştım, bi bok bulamadım. Akşamüstü dönerim dedim, büroya geldim. Bür-oraya, bür büroya koşturdum. Geçen hafta sağlık karnesiz aldığım ilaçları yazdırdım dohtura. Hafiften orta kulak iltihabı olmuşum da. Sağ kulak, sol kulak ve orta kulak... Hiç olur mu 3 kulak? Dön de aynaya bak a.k.
Kefil olarak Serpil ablayı kandırdım. Bu arada eve temizlikçi gelecekti. O aradı, sularımız kesikmiş, borçtan kapanmış galiba. Komşulardan kovalarla su alıp halletti sonunda. Emlakçıya gittim, kontratı verdim, anahtarı aldım, birlikte eski bir kiracıya verdikleri 2-3 eşyayı almaya gittik. 2 sandalye ve 5-6 perde aldım. Temizlikçiyle geyiklendik. Emlakçı öncesi ev etrafında yaptığım araştırma sonrası karar verdiğim tek kişilikli yatak ve (Afyon) sandıklı bazanın parasını ödedim, dış kapının anahtarını komşudan alıp yaptırdım. Her gün ayrı kişiye kapıyı açtırıyordum iyi oldu anaktar. Sonra yatak geldi. Perdeleri astım. Çıkıp misafirhanedeki bavulu falan aldım geldim. Kızılay'a yürüdüm (koştum a.k.). Tansaş'tan alışveriş yaptım tuvalet kağıdı, plastik tabak-kaşık-çatal, su falan. Sonra balkona sandalyeyi attım ve sigara - soğuk su içtim. Güzeldi ya. Neyse kısa keseyim. Sonunda gece 2'de neyi nereye yerleştiririm diye düşünürken uyuya kaldım. Sabah 6da güneş ışıklarıyla uyandım. Güzeldi lan.