17 Ocak 2007 Çarşamba

Dansözün Önsözü...


the gift of the moose
Originally uploaded by Steve took it.
Geyiğiniz chuju, yandaki fotoğrafta da görüldüğü üzere yeni denizlere açılmış bulunmaktadır. Yüzen geyik chuju selam eder...
Yeni bir günceye taşınma, taşıma, kopyala-yapıştırma karmaşa sürecinden sonra yine sizlerle birlikteyiz sevgili geyikseverler...
Önceki yazılarda birçok değişiklikler yaptım, genel olarak sadece birkaç resim eklemiş gibi görünebilirim ama o resimleri fotoşap'ta düzenlerken ebemin vajinal sinir hücreleri yerinden oynadı desem yeridir. Yok lan yeri değildir, çok yersiz oldu bu ebe muhabbeti. Her neyse, yazılarımın büyük bir bölümündeki kelimelere, deyimlere bağlantılar da ekledim. Belki espriyi algılamayan olursa diye... Veya sırf geyik olsun diye, mesela Dedektif James'in Salak Maceraları yazısında "Çin mahallesi muhtarı" söz öbeğine öbbekli bir resim bağlantısı ekledim; maksat hayalinizde canlansın muhtar emmi...
Her neyse, küçük bir yeniden başlama yazısı olsun istedim. Yoksa eski yazılarla oynaşmaktan yeni yazı yazmaya fırsat bulamayacaktım anasını satayım.
Son zamanlarda neler yaşamışım, biraz göz gezdirelim:
Bayram tatilinin ertesi günü sabah 05:30 sıralarında (kalkıp işe gitmeme yarım saat kala) deli bir terleme ve titreyip sarsılma nöbeti geçirdim. Kısaca panikatak nöbeti yani. Manyak bir şeydi, acayip korktum lan. O gün işe gitmedim, arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Ertesi sabah gittim işe. Millete dedim; "Ben bugün işten ayrılacağım" diye. Sonra cici patron ve psikopat patroniçe geldi. Patron, "Geçmiş olsun, iyi misin?" dedi. Agresif patroniçe "Ne oldu chuju bey, o kadar mı çok terlediniz ve titrediniz ki gelemediniz?" dedi. "Ben de o konuyu anlatacaktım" dedim. Patroniçe "Neden bize anlatacaksın ki, biz doktor muyuz?" dedi. Ben de "Sinir sistemim dağıldı. İşten ayrılmak istiyorum" dedim. Patron "Peki chuju" dedi. Sonra vedalaştık. Patroniçe ben elini sıkıp giderken "Size stressiz günler dilerim" dedi. Ben de "Ben de size dilerim" dedim ve çıktım. Millet çok üzüldü lan fabrikada, kimse inanamadı ayrıldığıma. Bir ayda kendimi nasıl sevdirdiysem anuna koyiim. Eve geldim, yine panikatak nöbeti geçirdim "Bizimkilere nasıl anlatacam lan" stresiyle. Hemşire ablam geldi, bizimkilere ruhsal sistemimin hasar tespit raporunu açıkladı. Bizimkiler de "Sokayım işine, en kötü ihtimalle bir dükkan açarız oğlum" dediler... Bu arada hâlâ iş aramaya başlayamadım lan...
Geçen pazar günü enişte, babam ve ben balığa gittik tekneyle (resimdekinin 3-5 metre ufağını düşünün). Yarım saat kadar tekneyi ben kullandım, zevkli işmiş. Gerçi önünde GPRS cihazı olunca kolay oluyor tabi biraz... Oku takip ediyorsun sadece, gerçi bir ara etrafımızda dönüyorduk ama olsun. İlk gittiğimiz yerde oltayı ilk atışımda iki balık birden yakaladım. Acemi şansı dediler. İkinci gittiğimiz yerdeyse tek oltada üç balık birden yakaladım oğlum! Babam biraz bozuldu, çünkü o sürekli ot balığı (hanos) yakalayıp denize geri atmakla meşguldü. Bense devamlı olarak oltayı, misinayı dolaştırıyordum. Onları çözene kadar bizimkiler 2-3 kere olta atıp çekiyorlardı. Bu arada oltayı 60 metre derinliğe göndermek ve 5 saniye sonra da balığın yakalanması sonucu geri çekmek zorunda kalmak çok sinir bir durumdu. Hiç heyecan yoktu lan! Resmen hamallıktan başka bir şey değil. Bu arada sürekli mercan çıktı oradan. Kilosu 35-40 YTL'ymiş. 20 kadar tuttum ben 15 santimliklerinden, bir kova doldurduk ve döndük.
Pazar akşamı, halamın astsubay torunu geldi. Diyarbakır'a çıkmış tayini. Sakat bir birlikmiş. Onu aldım Üçkuyular'dan, tepeye çıkıp İzmir'e karşı 2'şer bira içtik; yok lan 3'er içtik galiba. Sonra dönüşte de 3'er bira daha aldık. Sabah 4'e kadar geyiklenip içtik. Sabah da kalkamamış, uçağın kalkmasına 1 saat kala uyandırmış bizimkiler. Acilen hafif alkollü vaziyette bastım çevre yolundan. 10 dakikada havaalanındaydık. Adam snowboard almış oğlum lan. Deli bizim ailenin üyeleri. Adam Lice'de snowboard yapacak...
Dün akşam da irice eniştem "Yarın benimle dükkana gelsene, ben Manisa'ya gidecem, kaynakçı gelcek, sen başında durursun" dedi. Sabah 07:45'te aradı enişte, almaya gelmiş beni. Geberik vaziyette gittim tükkana... Kahvaltı yaptık. Kaynakçıyı aradı, "Benim de senin başında olmam lazım, yarın gel o zaman" dedi. Enişteyle göz göze geldik, "Ben kaçayım bari" dedim. Kaçtım eve geldim. 4 gündür yalnızca ilk 30 dakikasını seyredip sızdığım "The President's Barber"ı izledim. Yani "Başkanın Berberi"ni... Güney Kore filmi tabi, evet. Başrolünde "Kang-ho Song" olması bile yeterliydi filmi beğenmem için. Fena değildi, Kang-ho'nun saf bakışları çok güzeldi. Traji-komik hikaye tadındaydı. Politik göndermeler de vardı ama ben anlamadım... ehueheu...
Tamamdır chuju, bu kadar önsöz yeter. Yeni geyik yazılar yazmaya başla hemen... Tamam beaa!

Aşağıdaki "Subscribe to Posts" (Atom)'a tıklayarak abone bilem olabilirsiniz... Yeni yazılar eklendikçe bakarsınız ekrana, öffleye püffleye okursunuz geyik yazıları...