9 Ocak 2007 Salı

Mayk-ül Nayt

Naber lan günlük? Yok lan sen günce idin değil mi sahi. Her neyse... Zaten çoğu insan blog olayını web sitesi ile karıştırmakta... Ben de günlük olarak kullanmakta bir sakınca görmüyorum.

Bugün, konuya halılarda ve kilimlerde gizlenen mite (mayt)lar hakkında saçmalayarak başlamak istedi canım. O salak ve asalak hayvanlar neden gizlenir ki halılarda zati? Gözle görünmüyor ki yaratıklar. Mite'lar hakkında yazılmış çok romantik ve hoş bir şarkı vardır, sizlerle o şarkıyı paylaşasım geldi.

Mites in white satin,
Never reaching the end,

Letters they've eaten,

Never able to send.



İstanbul'u yeniden keşfetmeye gerek olmadığına karar verip yavru vatan İzmir'e döndüm. Kortej (ne demekse) eşliğinde şehre girdiğimde yol boyunca halkın yoğun ilgisi ile karşılaştım. Evime ulaşmakta büyük zorluk çektim, ezilme tehlikesi atlattım; ulan zaten ezik bir adamım. Henüz Sardunya'ma gidemedim sevgili okurlar. Bira olayına da giremedim evde. Babamın midesinde bir yara çıkmış, oruç tutamıyor. Ben de annem yalnız başına sahur yapmasın diye onunla birlikte sahur yapıyorum. Tabii babam da yalnız başına oruç tutmamazlık yapmasın diye onunla birlikte de öğle yemeği yiyorum. İki taraftan sevap alıyorum, bu ramazan benim için çok bereketli geçti. Bugün annem ve babam "30 yaşına geldin, cuma namazına git bari oğlum lan" dediler. Ben de "İyi de ben orada kimseyi tanımıyorum, sıkılırım ki" dedim. Allah'tan babamın silahı dolu değilmiş.

Bu arada yazarlık hevesiyle kitap okumaya başladım. İlk olarak klasiklerden başlayayım dedim, ne kazıkmış lan o cümleler öyle. Balzac'ın 'Vadideki Yavşak' romanını okuyorum, adam karakter içi/ruhu betimlemelerinde aşmış gitmiş. Kendimi o karakterlerin içinde yaşayan tenyalar gibi hissediyorum anasını satayım. Bana kalsa karakter betimlemelerim şu şekilde olurdu:
"Dolares'in dolgun dudakları arasından süzülen buğulu kelimeler, ruhumdaki inci tanelerinde çiğ damlacıkları oluşturuyordu. İri göğüsleri, Dolares ayağa kalkıp oturdukça sallanıp kafasına mafasına çarpıyor; oturacağı sırada ben de öne doğru eğilip göğüs uçlarını görme şerefine nail oluyor idim. Bacaklarının arasındaki yarma şeftalinin tadını düşündükçe içim bir tuhaf oluyor, beynimdeki kan güney bölgelerime doğru çağlayıp akıyordu. Dolares şeftaliyi soyup bana uzattı, 'Doymadı isen bir tane daha soyayım yiğidim' dedi. Ben de elimi sert bir şekilde kaldırarak 'Yok ya Dolares yenge, daha eve gidip e-maillerimi kontrol edeceğim. Zaten Huan Gomez enişte de gelmeyecek galiba, en iyisi ben kalkayım. Yoksa başka bir şey kalkacak; zikimden bir kaza çıkmadan ben kaçayım' dedim."

Yarın sabah yazlığa gideceğiz. Yazlığın içi-dışı boyanmış, cillop olmuş ancak verandadaki ahşap korkulukların acilen cilalanması gerekiyor. Yarın yeni bir devre giriyoruz yani; Cilalı Korkuluk Devri. Aklıma Burç'un iğrenç bir esprisi geldi sayın okurlar:
-Hakem devreyi erken bitirirse ne olur abi?
-Bilmem, ne olur?
-Kısa devre olur. Nihohoohihi...
İşte sevgili okurlar, benim böyle iğrenç düzeyde yaklaşık 10 arkadaşım var. Ve bu insanlarla bir şeyler yapmak şart. Aslında bir web sitesi yapıp malı da götürebiliriz ha! Hımmm... Ben bunu bir düşüneyim...
Dün G. Kore filmi olan "A Millionaire's First Love" filmini izledim. Selosked çevirmiş, fena değildi çeviri ama daha iyi olabilirdi. "Colonel"i özel isim sanıp bırakmış. Bir de bir yerde bir espriyi atlamış. "Maria olduğumu nereden biliyorsun?" diye sordu kız, oğlan da "ikenaivo marea" dedi Korece. Orada kesin bir kelime oyunu vardı. Her neyse, okur kızar bana şimdi... Ama fena bir film değildi...
Dizi senaryosu yazmaya başladım bu arada... Hızlı gidiyor ama kafamda belirli bir düzen, hikaye belirlemediğim için yalnızca "geyik" gidiyor. İlk bölümün sonunda bakarız artık...
Uzun yazmışım lan... Hadi görüşürüz bakam...