26 Ocak 2007 Cuma

Hüzüntü ve Tuz Kabuğu...


Sadness, originally uploaded by Azchael.


İki gündür, ruhum, köşesi keskinleşmiş bir vaziyette dünya üzerinde bilinçsizce gezinmekte. Fakat gerçekten de "dünya üzerinde", başka bir evrende sanki gibi... Bana niçin küstüğünü az çok tahmin edebiliyorum. Ama üstüme de fazla gitmek istemiyorum işin açıkçası.
İki gün önce "8. Geleneksel Dolabımdaki Gereksiz Kâğıt Vesaireyi Atma" densizlikleri kapsamında iyi kâğıt - kötü kâğıt ayrımcılığına girişmiştim. Birden 1995-1998 seneleri arasında yazıştığım mektup (eskiden olurdu ya, e-mail'ın kağıttan olanı hani) arkadaşım S.'in bana gönderdiği (üzerinde benim adresim vardı lan, kesin bana göndermiş) mektupları buldum. Tek tek okumaya başladım. Bir mektup vardı ki, göz yaşlarımla neredeyse boy abdesti alıyordu. Şöyle demiş mektubunda S.:

24 Aralık 1996
Ankara'da olsan ne iyi olurdu. Senin yanında ne kadar rahatım. Ve çok konuşmadığın sürece ne kadar rahatlatıyorsun insanı. Seninle konuşmak, anılarını ve diğerlerini (uydurduğun anılarını) dinlemek, sana sarılmak, sinir etmek. İnanılmaz güzel.

Not: Seni gerçekten özledim. Ben yazamasam da sen yaz olur mu? Eline yapışmaz her halde. Hem ben çok iyi mektup okurum.

Ve de sevgiler...

Dostun S.


Bayağı bir geç kalmış bir ağlama seansıydı. Ama ne yapayım, bende geç boşalma var... Hani birisiyle tartışırsınız veya size laf sokar. Sonra eve döndüğünüzde "Ulan şunu söyleseydim ya, onu da böyle söyleseydim ya!" falan dersiniz ya, yani dobra! olanlar demez de böyle... İşte öyle...

Neyse, ben her zaman kolay aşık olmamla tanındım; aşık olduğum bayanlar ve içki kürü yaptığım götdaşlarım arasında. Durakta hoş bir kızı 5 dakika göreyim, aşık olurdum. Otobüste 20 saniye, yeterliydi benim için. Hatta bir ara rüyalarıma giren bir kız vardı. Dans ediyorduk rüyamda, kaç kere aynı rüyayı gördüm; ama kızı asla göremedim, gerçek hayatta. Gerçek hayatı pek önemsemiyor(d)um ben galiba. Kendime ait bir dünyam mı var nedir? Sürekli o dünyanın penceresinden izliyorum sanki "gerçek dünya"yı... Arada içeri biraz hava girsin diye pencereyi açıyorum; içeriye aşk giriyor hemen. Ve çıkmıyor beynimden. Ne yapayım, ben böyleyim...

Mektup arkadaşı konusunda ise, her zamanki gibi bir hata yaptım. Ya da doğru yaptım; şu an tam olarak karar vermiş değilim. Özellikle yukarıda yazdığım satırlardan sonraydı sanırım. Ben S.'ye aşık olduğumu fark ettim. Ya da varsaydım, emin değilim. Ve ona (biraz amele bir üslupla sanırım) niçin "Dostun" kısmını sürekli vurguladığını, bana sarılmak istiyorsan beni seviyorsun vs. gibi akla mantığa aykırı (mı?) şeyler yazmıştım. Sonra o da güzelce bir mektup döşeyip lafları tek tek sokmuştu böğrüme. Ama mektup arkadaşlığının güzel tarafı, anında cevap verme zorunluluğunuz olmaması. Ben de düşünüp kaşınıp bir cevap yazmıştım ve yanmadan önce kazı çevirebilmiştim. Sonra bir süre daha "dostsal" biçimde yazıştık. En sonunda ben yine dayanamadım ve aşkımı tekrar itiraf ettim; "Reddedileceğini Bile Bile İlan-ı Aşk: Bölüm 8"... Daha doğrusu o bir, "Ya sev, ya terk et." mektubuydu. Telefonda aradı, pek bir şey konuşamadık, ikimiz de deliler gibi ağlaştık durduk.

Sonrasında bana son bir mektup gönderdi. Benim onun arayacağını ve mektup yazacağımı bilmeme rağmen onları yazdığımı, bunun çok bencilce bir davranış olduğunu yazmıştı. Her neyse...

Yukarıdaki alıntıdaki "Not: Seni gerçekten özledim. Ben yazamasam da sen yaz olur mu?" kısmına istinaden şöyle demek istiyorum;

"Sen okuyamasan da ben yazacağım..."

Ayrıca bu mektubunla birlikte bana bir "kusursuz yaprak" göndermiştin... "Bizim hiç bir zaman olamayacağımız kadar" kusursuz. Hâlâ da öyle... Bir ara fotoğrafını çekip eklerim buraya.


Gelelim ikinci vakamıza... 2002-2003 sezonunu açık farkla aşık olarak bitirmeme sebep olan insan, E.'e... Kendisi "Chuju'nun Alkolikimsi Olması Ananın... Şirketi"nde %49'luk hisse sahibi bir kişidir. Benim için platonik olan bir aşk, onun için plankton-ik idi, ama olsun. Ne yapalım, ben aşık olma konusunda başarılıyım da, bunu göstermede pek başarılı değilim. Gösterişi sevmediğimden olabilir...

Araya küçük bir anektod sıkıştırayım, ya da anektot, her ne haltsa ondan işte...

E. ve birkaç arkadaşımızla ilk defa buluşup sinemaya gidecektik. Ben acayip süslendim, püslendim (kendi çapımda). Ama bu arada sol elimin serçe parmağındaki tırnağı kesmeyi unutmuşum. Salak bir düşünceyle ve "Bu, bugünün ve aşkımın hatırası olsun lan" mantığıyla 2-3 ay kesmedim o tırnağı. Günlerden bir gün, kıçımı kaşırken kırıldı o tırnak. The End.

Ha neyse, aşık olduğumu gösterememe, gösterip de vermeme olayından bahsediyordum değil mi? 2004 yılında ayık olduğum bir gün düşündüm ve şu saptamayı yaptım. Ben E.'e hiç yüzyüze teklif etmemiştim. 100-200 kere SMS vasıtasıyla şiirler, sevgi sözcükleri vs. göndermiştim ama bir kez olsun yüzüne bir şey söyleyememiştim. Çok komik lan, düşünsene bir gece önce "Seni çok seviyom lan, hastasıyız" diye mesaj atıyorum, ertesi sabah karşılaşınca "Merhaba E., nasılsın?" diye konuşuyorum. O da salağa yatma hakkını kullanıyordu sağ olsun...

Kısa keseyim, dün de beklemiyordum ama o çıkageldi üniversiteden arkadaşlarla buluşmamıza. Daha doğrusu ben çıkageldim zira en son ben geldim (geç boşalıyorum ya :P )... Aslında pek bir aşk depreşimi olmadı ama, garip bir duyguydu yani. Saçlar güzel olmuş E.! :) (aha bak yine yüzüne söyleyemediğim bir şeyi yazıyorum :D )...

Bu arada Fransız Kültür'ün arkasındaki cop cop (tiki) mekanda buluşmuştuk. Adamlardan bira istedim, sıcak çikolata fincanında 33lük bira getirdiler. Şaraptan birkaç yudum aldım, baktım güzel, yani pahalı... Hemen biraya dönmeye karar verdim ben de. Sonra bassnjazz mesaj gönderdi, "Sardunya'dayım Ceren'le gel" diye. Gittim, "Oğlum Ceren'le gel demişsin, ama ben Ceren falan bulamadım. Aa, burda varmış bir tane bak!" diye esprili bir giriş yaptım. Yolda uzun süre düşünmüştüm tabi bu espriyi, o yüzden takılmadan söyleyebildim. Sonra baktım bizim Horashem falan da gelmiş Sardunya'ya. Büyük bir masa ayarladık hemen, oraya geçtik. Arada, Ceren Tansaş'a gitti. Yoğurt ve mantı almış, akşam bassnjazz'la mum ışığında sarımsaklı mantı yiyeceklermiş de... Çok romantik bir çift lan... Bassnjazz telefonda kızla konuşurken bir şey demiş kıza ama burada yazamam, çok komik ama izin almam lazım... Öküz herif yaa...

Neyse 1-2 saat sonra bizim üniversite ekibi geldi E. ile birlikte. Bir baktım ben sarhoş, ben ağzını toplayamaz, ben rezil... Bir ara artiz, gıcık rehberlerle ilgili bir resepsiyon anımı anlatacaktım ki DemirLune'ün rehber nişanlısı lafı ağzıma tıktı. 2 dakikalık anıyı 45 dakikada anlatabildim. Bu arada da hafif atıştık sanırım kendisiyle, zira "Biz kalkalım" dediler ve herkesin bakışları bir anda bana döndü. Ama işin ilginç tarafı arkadaş giderken hesabı ödeyip de gitmiş, sağ olsun. Sevmiştim zaten kendisini... :)

Masada en son ben, E. ve Ö. (n'aber lan Ö! :D ) kalmıştık. Ben iyice sarhoşlayınca otomatik pilota bağladığım ve ortamdaki hiçbir şeyi sallamadığım için "Ben kaçıyom!" dedim ve kaçtım... bir kez daha. Eve geldim, nedense sinirliydim. Babam, "Yine mi içtin?" benzeri bir şey dedi, ben de odama girip arkadaşın 3 sene önce benden ödünç alıp, dün geri verdiği Marc Almond kasetlerinin olduğu poşeti duvara çarptım. Angut bir herifim ben ya... Önümüzdeki birkaç günün programını yaptım bu arada:

Alkol azaltılacak.
Aşık olunacak.
Aşık olunan kıza bu sefer teklif de edilecek, panik yapmadan.
İş bulunacak, bu defa en az 5-6 ay çalışılacak.
Hayattan nefret etme azaltılacak.
Seks yapılacak.
Sayısal Loto oynanacak.
Arkada ölümsüz bir eser bırakılacak.